Günün Sözü

Gün var ay'ı besler. Ay var günü besler...

Ara

10 Aralık 2012 Pazartesi

MUTLULUĞUN SIRLARI

Whitney Houston Guinness RekorlarKita-bı’na şimdiye kadar en çok ödülalmış kadın sanatçı olarak geçmişti(aralarında iki Emmy, altı Grammy ödülünün deolduğu toplam 415 ödül).   Albümleri dünya gene-linde 170 milyondan fazla satmıştı. O bir ses sanatçısıydı, bir sinema oyuncusu, bir model ve bir yapımcıydı. Muhteşem  sesi ve yorumuyla  milyonların gönlünde taht kurmuştu. 



Ertesi gün Grammy ödül töreni gerçekleşecekti ve Whitney Houston da o akşam Arista Records’un sahibi CliveDavis’in verdiği Grammy öncesi partiye katılacaktı. Fakat 48 yaşındaki pop veR&B sanatçısının, süperstarın cansız bedeni, o gece katılacağı partinin verileceği Beverly Hilton Oteli’ndeki suitinin banyo küvetinde bulundu. Parti için otelde hazır bulunan ilk yardım ekibinin yirmi dakika süren çabaları boşa çıkınca sanatçının yaşama veda ettiği kesinleşmiş oldu. Whitney Houston’ın  ölüm  haberi, yayın akışlarını kesen televizyon kanallarınca bir anda bütün dünyaya duyuruldu. Beverly Hills polisi yaptığı açıklamada ortada bir cinayet olduğuna dair herhangi bir iz bulamadıklarını, sanatçının ölümünün kesin nedeninin ancak otopsi ile bulunacağını belirtiyordu. Fakat onu tanıyanlar Houston’ın  uzun  süren  içki ve uyuşturucu bağımlılığının ölümüyle ilişkisi olduğunu düşündü.
Herhangi birine sorulsa Whitney Houston mutluluktan uçuyor olmalıydı, bunun için gereken her şeye sahipti. Mal, mülk, para, dünya çapında bir ün, onu görebilmek ve ona bir kerecik dokunabilmek için çok şey feda etmeye hazır on binlerce belki yüz binlerce hayran, olağanüstü güzellikte bir ses, canından çok sevdiği bir kız çocuğu.  Fakat bunların hiçbiri onu içki ve uyuşturucu bağımlısı olmaktan koruyamamış, mutluluğu onlarda aramasına engel olamamıştı. Houston’a benzer hikâyeler daha önce de defalarca yaşandı ve maalesef  büyük ihtimalle gelecekte de yaşanacak. Geçtiğimiz yaz henüz  27 yaşında olan ve şöhret basamaklarını hızla tırmanan beş Grammy ödüllü İngiliz şarkıcı Amy Winehouse evinde ölü bulunmuştu. Otopsi  raporu Winehouse’un  kanındaki alkolün yasal düzeyin beş katı olduğunu gösteriyordu.  Rock’n Roll’un en büyük efsanesi olarak kabul edilenAmerikalı sanatçı Elvis Presley de 42 yaşındayken aşırı uyuşturucu kullanımının neden olduğu bir kalp krizi nede-niyle yaşamını yitirmişti. Jimi Hendrix, Kurt Cobain,  Jim Morrison gibi efsane isimler de aynı acı sonu paylaştı.
Mutlu olmak için gereken her şeye sahip olan bu insanların mutsuz olması ve kendi-lerini iyi hissedebilmek için alkole veuyuşturucuya yönelmesi hiç anlaşılmazbir durum değil mi?

 
Paranın,  şan ve şöhretin mutluluk getirmediği hep söylenir,  ama  çoğumuz  meşhur insanların yaşamlarını,  nerelerde zaman geçirip neler yaptıklarını, kimlerle birlikte olduklarını, ne giydiklerini hatta ne yiyip ne içtiklerini anlatan dedikodu dergilerini ve gazetelerini okumaktan  kendimizi  alamayız.  Yine çoğumuz  o sayfalarda ve programlarda sergilenen,  görkemli kıyafetler içinde zevkle geçen yaşamlar  süren  ünlülerin yüzlerindeki  gülümsemeyi  mutluluğun yansıması olarak algılarız. Paranın  mutluluğun kaynağı olduğuna inananlarımızın sayısı da hiç az değildir.  Bana  milli  piyangodan  ikramiye çıksa diye başlayan cümlelerimizle,  paranın problemlerimizin  pek çoğunu ortadan kaldıracağını  ve o zaman mutlu olacağımızı söyler dururuz. Gerçekten öyle mi? Bayram da ekran başında heyecanla çekilişi bekliyor.  Talih kuşu o gece Ahmet Bayram’a gülüyor ve biletine ikinci  büyük ikramiye olan 5 milyon TL çıkıyor. 1 milyon 250 bin TL alan Ahmet Bayram ilk iş olarak ailesi ile birlikte İstanbul’a taşınıyor. Bu arada kendisi için de bir şey yapmayı ihmal etmiyor ve bir peruk satın alıyor! Ancak İstanbul’da işler  hiç de planladığı gibi gitmiyor. Kendini gece hayatına  kaptıran  Bayram bir  süre sonra eşinden ayrılıyor. Gittiği gece kulüplerinden birinde tanıştığı bir kadınla evlenen  Bayram’ın serveti kumara  başlamasıyla erimeye başlıyor. Dört yıl içinde ikramiye ile aldığı gayrimenkulleri bir bir elden çıkaran Bayram, borçlarını ödeyemez hale gelince yardım  istemek  için  ilk eşine gidiyor.  Borcunu  ödemesi için  ondan üzerine kayıtlı olan gayri menkulleri satmasını istiyor. Eski eşin cevabı “hayır” oluyor. O gece eski eşi ve çocukları Bayram’ı en son banyoya doğru  yürürken görüyor. Gecenin geç saatlerinde babasının uzun bir süredir banyodan çıkmadığını  fark eden büyük kızı seslenmelerine karşılık alamayınca banyonun kapısını zorlayarak  açıyor  ve babasının kalorifer borusuna asılı cesediyle karşılaşıyor. Mutluluk getirmek bir yana,  para Bayram ailesinin elinde olan mutluluğu da alıyor.  Geride biri dokuz çocuklu,  diğeri beş aylık hamile iki dul kadın ve gözü yaşlı dokuz çocuk kalıyor. Paranın mutluluk satın alıp alamayacağı sorusuna bilimsel olarak yaklaşan ve işi rakamlara döken ilk bilim insanlarından biri  Güney  Kaliforniya Üniversitesi’nden ekonomist Richard Easterling olmuş.  Easterling  II. DünyaSavaşı’nın sonlarından 1970’lere kadar geçen sürede Amerikalıların mutluluk düzeyleri ile ekonomik veriler arasındaki ilişkiyi değerlendirmiş. Bu süre içerisinde  kişi başına düşen gelir  dört kat  artarken  mutlu veya çok mutlu  olduğunu söyleyen Amerikalıların sayısında çok az bir  artış gözlenmiş.  Easterling’in yorumu tüketim  toplumunun  insanları mutlu  etmede başarısız kaldığı şeklinde. Bu konuda  daha sonra yapılan  çalışmalardan da  Easterling’in bulgularına benzer sonuçlar elde edilmiş. Sadece ABD’de değil Japonya,  Almanya ve  İngiltere  gibi gelişmiş ülkelerde yapılan benzer çalışmalar da kişi başına gelir artarken insanların  mutluluk düzeyinde sadece hafif  bir artış görüldüğünü ortaya koymuş. Günü-müzde araştırmacılar paranın mutluluk  üzerinde az bir etkisinin olduğunu,  fakat düşük gelirli insanların bu kurala istisna teşkil ettiğini kabul ediyor. Çünkü  Bangladeş  ve Hindistan gibi halkın büyük  kesiminin yoksul olduğu ülkelerde,  zenginlikle mutluluk arasındaki ilişki gelişmiş batı ülkelerinde olduğundan çok dahagüçlü.  Bununla  beraber yiyecek,  giyecek  ve ev giderleri karşılandıktan sonra  fazladan kazanılan  paranın getirdiği mutluluğun  çok az olduğu  pek çok bilimsel çalışma ile ispatlanmış.
Hedonik Uyum ve Sosyal Karşılaştırma

Bilim insanları paranın  mutluluk  üzerindeki etkisinin beklenenin aksine az olmasını iki nedene bağlıyor: İnsanların  değişen şartlara olağanüstü  düzeyde uyum gösterme yeteneği ve mutlulu-ğun göreceli olması.  1978 yılında  Phillip Brickman,  Dan Coates ve Ronnie Ja-noff - Bulman üç grup insana bir dizi  soru sorarak  bu insanların günlük, sıradan etkinliklerden  ne kadar mutluluk duyduğunu belirlemeye çalışıyor.  Denekler geçmişteki, o andaki ve gelecek için tahmin ettikleri mutluluk seviyelerini gösteren değerlendirmeler yapıyor.  İlk grubu piyango talihlisi  22 kişi,  ikinci grubu kazalar sonucu sakat kalmış 18 kişi,  üçüncü grubu yani kontrol grubunu ise sıradan 22 kişi oluşturuyor. Araştırmadan  çok  ilginç sonuçlar elde ediliyor.  Piyango talihlilerinin günlük, sıradan etkinliklerden kontrol  grubuna  göre önemli  derecede daha az zevk aldığı ortaya çıkıyor.  Piyango talihlilerinin, ikramiyenin çıkışından bir süre sonra, piyango kazanmayanlardan daha  mutlu  olmadığı anlaşılıyor.  Bu bulgular paranın kazanılmasıyla yaşanan  mutluluğun bir süre sonra kaybolduğunu gösteriyordu. Kazazedeler kontrol grubuna göre geçmişi daha mutlu düşünüyordu. Bu da aslında beklenen bir durumdu. İlginç bir şekilde kazazedeler “şimdi”de beklenildiği gibi mutsuz değillerdi,  aksine mutluluk  seviyeleri  or-talamanın hayli üzerindeydi. Benzer bir başka çalışmada hapishanede yatan tutuklularla, dışarıdaki kişiler arasında, mutluluk düzeyleri  bakımından  önemli bir   farklılık bulunmamıştı.  Hapse girenler ilk birkaç ay mutsuz olmuşlar, ama yeni şartlara uyum gösterince  mutluluk  seviyeleri yeniden normal düzeye çıkmıştı. Peki neden yaşantımızdaki önemli değişikliklerin etkisi böylesine az oluyor?  Psikologlar  bunun gerisinde “hedonik uyum” denilen  büyük bir güç olduğunu belirtiyor.
Türümüz yeni şartlara çok kolay uyum gösteriyor. Örneğin  karanlık  bir odadan gün ışığına çıktığımızda aşırı ışık ilk anda gözlerimizi kamaştırsa da, gözlerimiz birkaç saniyede  dışarının aydınlığına  uyum gösteriyor.  Bulunduğumuz odada güçlü  bir  koku varsa  ilk anda o  kokuyu hissetmemize rağmen belli bir süre sonra  alışıyoruz  ve odada bir koku olduğunu ancak odadan  ayrılıp tekrar  geri döndüğümüzde fark  ediyoruz.  Psikologlar örneklerini verdiğim bu  “fizyolojik uyum”un  bir benzerinin psikolojik dünyamızda da geçerli olduğunu bildiriyor.Yeni bir iş,  yeni bir ev,  şehir değişikliği, evlilik bir süre için mutluluğumuzu  artırıyor,  fakat bu artışı sürekli hissetmiyoruz.  Bir süre sonra yeni  şartlara  psikolo jik olarak uyum sağlıyor ve eski halimize geri dönüyoruz.  Bu uyum  sadece zevk alınan şeylerle de sınırlı kalmıyor.  Aynı uyum süreci sayesinde acı deneyimlerin etkisinden de bir süre sonra kurtuluyoruz. Bu gözlemler insanların  genetik  olarak  belirlenen bir  mutluluk eşiği olduğunu,  yaşadığımız bazı olayların bizleri daha  mutlu (ya da daha  mutsuz) ettiğini,  fakat bir süre sonra  mutluluk düzeyimizin genetik olarak  belirlenmiş  düzeye  geri geleceğini gösteriyor.

Mutluluk Eşiği

Gerçekten de bir “mutluluk eşiği” olduğu  Minnesota  Üniversitesi’nden  David Lykkens,  Auke  Telegren ve arkadaşlarının  yaptığı ve ikizlerin  mutluluk  çalışması” olarak bilinen çok önemli bir araştırma ile ispatlanmıştı.  Hepimiz genetik yapımızın belirlediği bir “mutluluk eşiği”ne sahibiz. Bununla birlikte mutluluk düzeyimizi genetik yapımızın belirlediğinin üzerine çıkarmak kendi elimizde olduğu  Minnesota  Üniversitesi’nden  Da vid Lykkens,  Auke Telegren ve arkadaşlarının yaptığı ve “ikizlerin mutluluk çalışması” olarak bilinen çok önemli bir araştırma ile ispatlanmıştı. MinnesotaÜniversitesi’nde başlatılan ve psikolo jik özelliklerin genetik ve çevresel yön-lerini belirlemeyi hedefeyen çalışmada1936-1955 ve 1961-1964 yılları arasın-da Minnesota eyaletinde doğan ikizlerin kayıtları toplanıyordu. İkizler ve aileleri uzun yıllar takip ediliyor ve haklarındaki çeşitli bilgiler kaydediliyordu. Lykkens ve Telegren  tek yumurta ikizleri ile çif yumurta ikizlerini mutluluk açısından karşılaştırdı. Ancak elde edilen sonuçları daha da güçlendirmek için doğumdan hemen sonra birbirinden ayrılmış tek yumurta ikizlerini de çalışmaya dahil ettiler. Böylece aynı genetik yapıya sahip,  fakat değişik çevrelerde yetişmiş ikizler arasında bir karşılaştırma yapılabilecek ve mutluluk düzeylerinin ne kadarının çevreden, ne kadarınında genlerden kaynaklandığı gösterilecekti. Bu çalışma, çok farklı fiziki ortam ve şartlarda büyümüş olsalar da tek  yumurta ikizlerinin çok benzer bir mutluluk eşiğine sahip olduğunu gösterdi. Öteyandan DNA’ları açısından  ikiz olmayan kardeşler kadar birbirlerinden farklı olan çif yumurta ikizlerinin mutluluk seviyelerinin çok farklı olduğu bulundu. (İkizler çalışmasının en meşhur ikizleri doğduktan sonra birbirlerinden ayrılan ve ilk defa ancak 39 yaşında karşılaşan, her ikisi de James isimli kardeşlerdi. Her ikisi de 1,83 boyunda ve 82 kg ağırlığındaydı. Her ikisi de aynı marka sigara ve bira içiyor, arada bir tırnaklarını yiyordu. Yaşam hikâyelerini karşılaştırdıklarında olağanüstü benzerlikler olduğunu keşfettiler. Her ikisinin de eşlerinin adı Linda idi. Fakat her ikisi de ilk eşlerinden ayrılmıştı ve her ikisinin de ikinci eşlerinin adı Betty idi. Her ikisi de arada bir evlerinin değişik yerlerine eşleri için sevgi sözcükleri içeren notlar bırakıyordu. Her ikisinin de ilk çocukları erkekti ve onların da isimleri James idi: James Alan ve James Allen. Her ikisi de köpeklerine Toy adını vermişti. Her ikisininde otomobili açık mavi Chevrolet idi). Lykkens ve Telegren’in elde ettiği bu bulgular  mutluğun yaklaşık  % 50’sinin  genler tarafından belirlendiğini gösteriyordu.  Bununla birlikte Lykken,  mutlulukta genlerin payının önemli olmasının yanısıra insanın üzerinde çalışıp doğru şeyleri yapması durumunda mutluluk dü-zeyini artırabileceğini de vurguluyordu.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT)  psikolog  Steven  Pinker sosyal  karşılaştırmanın mutluluğu belirlemede belki de en önemli ölçüt olduğunu belirtiyor.      How the Mind Works
adlı kitabında Pinker bu konunun aslında uzun süredir bilindiğini örneklerle sergiliyor. Örneğin Shakespeare’in “başka birinin gözünden mutluluğa bakmak ne acıdır” dediğini, Ambrose Bierce’in mutluluğu “diğerlerinin ızdırabı düşünüldüğünde hissedilen heyecan” olarak tanımladığını ve“kamburlu ancak kendisinden daha büyük kamburluyu görünce keyiflenip sevinir” diyen bir atasözünü hatırlatıyor. Günlük yaşantımız da bu  psikolojinin örnekleriyle dolu aslında. Örneğin maaşımızda  % 5’lik bir  artış  olduğunu bildiren bir mesaj aldığımızda hissettiğimiz mutluluk,  bizimle  aşağı yukarı  aynı  şartlarda olan,  aynı yerde çalışan bir meslektaşımızın maaşına % 10 artış yapıldığını öğreninceye  kadar sürüyor.  Diğer yandan aynı yerde çalıştığımız meslektaşlarımız yerli otomobil kullanırken  BMWotomobil kullanmak bizi mutlu ediyor. Göreceli durumumuzun  neden  bu  kadar önemli  olduğu  konusunda  ortaya atılan düşüncelerden biri evrimsel  psikolojinin “eş yarışı”  kavramı.  Bu düşünceye göreyiyeceğin  kısıtlı ve dünyanın  tehlikeli biryer olduğu devirlerde, kadınlar çocuklarına baba olarak cesur ve güçlü  erkekleri seçiyordu.  Bunun en iyi göstergesi de bir erkeğin benzerlerine göre ne kadar mal ve mülk  sahibi olduğuydu.  O devirlerle  karşılaştırıldığında  günümüzde yiyecek veya güvenlik  problemi  büyük oranda halledilmiş olsa da kadınlar eş seçiminde erkeğin kazancını hâlâ en önemli ölçüt  olarak gösteriyor. Modern toplumlarda görecelik  toplumun  hemen hemen her kesimine yayılmış durumda.  Kendimizi komşularımız ve meslektaşlarımızla karşılaştırmanın yanı sıra yaşamımı da televizyon programlarında  gördüğümüz yaşam şekilleri ile karşılaştırıyoruz. Çoğu insanın maddi gücü yetmesede  marka elbise,  ayakkabı giydiğini,  iP-hone kullanıp  iPad ile dolaştığını, yeni moda kocaman saatler taktığını görüyoruz.  Bu davranışların arkasında da şüphesiz yine sosyal karşılaştırma psikolojisi var.  Dış görünüşümüzle de olsa  etrafımızdakilerden  daha  iyi konumda olduğumuzu hissetmeyi,  kredi  kartı ekstresi elimize ulaştığında hissettiğimiz olumsuz duygulara tercih ediyoruz. Böyle bir yaklaşım da harcamaların toplum düzeyinde giderek artmasına neden oluyor. Çünkü herkesin yabancı otomobili olunca sonu olmayan bu yarışta yeni  hedef ya  e n son model   BMW ya  da en son model Range Rover oluyor.



Mutluluğun Genleri

Los Angeles’taki   Kaliforniya Üniversitesi’nden Shelley Taylor’un liderliğindeki bir araştırma grubu  2011 yılı  Eylül ayında Proceedings of National Academy of Sciences
dergisinde yayımladıkları bir makale ile oksitosin reseptör geninin (OXTR) stres ve depresyonla baş etmede en önemli psikolojik özelliklerle  -hayata pozitif bakış, kendine güven, kişinin kendi  hayatı   üzerindeki kontrolün elinde olması gibi-   ilişkili olduğunu  bildirdi.  Bir hormonolan oksitosin özellikle  üremedeki işlevi  ile bilinir.   Fakat son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar oksitosinin orgazm,  sosyal tanımlama, sadakat,  kaygı ve annelik gibi değişik durumlar üzerinde de etkisi olduğunu gösterdi.   Diğer yandan oksitosin eksikliğinin empati eksikliğine neden olduğu ve sosyopati, psikopati ve narsizim  gibi kişilik bozukluklarıyla da  ilişkili olduğu bulundu. OXTR, hücre zarında bulunan ve  oksitosine  bağlanan, bağlanması ile de hücre içerisinde bir dizi tepkime  başlatan bir moleküldür.   326 kişinin katıldığı araştırmada deneklere kendine güven, iyimserlik ve kendi hayatları üzerindeki kontrolle ilgili konularda sorular yöneltildi.  Deneklerden  elde edilen tükürük numunelerinden izole edilen DNA’da OXTR geninin yapısına bakıldı.  OXTR’nin belli  bir nükleotidinde  kişiler arasında  farklılık bulundu:  A varyantı  ve  G varyantı. DNA analizleri “AA” veya “AG” varyantına  sahip deneklerin  “GG”  varyantına  sahip olanlara göre strese,  soysa l yeteneklerde   zayıfığa  ve mental sağlıkta bozukluğa daha yatkın olduğunu ortaya çıkardı. Bu konuda daha önce yapılan bir çalışmada da oksitosin hormonunun miktarındaki  artışın özellikle stres altındaki kadınlarda  daha   fazla sosyal ilişkiye neden olduğunu bulunmuş. OXTR geninin yapısı ile yukarıda  bahsedilen  psikolojik özelikler arasında güçlü bir bağlantı olduğu bulunmuş olsa da çalışmanın lideri Taylor, genlerin kader olarak algılanmasının yanlış olacağını, “AA” varyantına sahip insanların dadepresyonu yenebileceğini, stresle baş etmeyi öğrenebileceğini belirtiyor. Çünkü insanın yaşamı boyunca maruz kaldığı çevresel faktörlerin genlerin yapısında değil ama çalışmasında önemli rol oynadığının bilindiğini, örneğin sevgi ve anne şefkati ile büyüyen bir çocuğun gen yapısından dolayı taşıdığı riskin tamamen elimine edilmesinin bile söz konusu olabileceğini belirtiyor. İngiltere’de yürütülen  ve 2500 kişiyi kapsayan benzer bir çalışmada ise araştırmacılar  5-HTT adı verilen gen üzerinde yoğunlaştı. 5-HTT  beyin hücreleri arasında iletişim sağlayan ve “nörotransmiter” adını verdiğimiz moleküllerden biri olan serotoninin taşınmasında görev alır.  Araştırmacılar 5-HTT geninin biri uzun diğeri kısa iki varyantı olduğunu, uzun varyantın sinir hücresi zarına daha fazla seratonin transferi sağladığını buldu. Deneklere “hayatından ne ölçüde  memnunsun?” sorusunu sordular. Cevap seçenekleri “çok memnun, mem-nun, memnun değil, hiç memnun değil, hiçbiri ” şeklindeydi. Deneklerin DNA yapısıyla verdikleri cevaplar karşılaştırıldığında uzun-uzun varyanta sahip olanların  % 35’inin   çok memnun,  % 34’unun  memnun olduğu,  kısa-kısa varyanta sahip olanların % 19’unun hiç memnun olmadığı,  % 26’sının ise memnun olmadığı ortaya çıktı. Uzun-uzun varyanta sahip olanların sadece % 20’si hayatlarından memnun değildi. 5-HTT  genine ait bulgular da yukarıda bahsettiğim mutluluk eşiğinin gerçekten genler tarafından belirlendiğini, bir diğer değişle mutluluğun biyolojik temellerinin olduğunu gösteriyor. Çalışmanın lideri Jan-Emmanuel  De Neve, bir önceki çalışmanın lideri Taylor gibi bu sonuçların kader gibi algılanmaması gerektiğini ve mutluluğun tek bir genin değil çok sayıda genin bileşik etkilerinin kontrolü altında olduğunu bildiriyor.  Beyinde bir mutluluk merkezi olup olmadığı bilim insanlarının üzerinde durduğu sorulardan biri. Winsconsin  Üniversitesi’nden Richard Davidson elektroensefalograf (EEG) yöntemiyledeneklerin beyin etkinliklerini ölçüyor. Devamlı neşeli ve güler yüzlü, kendilerini mutlu ve hayata bağlı gören kişilerin beyinlerinin sol ön tarafında yer alan prefrontal kortekslerinde sağ tarafa kıyaslanınca daha fazla etkinlik olduğunu keşfediyor. Yenidoğanlara emmeleri için tadı güzel bir şeyler verildiğinde de be-yinlerinin sol tarafında daha fazla etkinlik gözleniyor. Bu veriler beynin sol prefrontal korteksinin mutluluk merkezi olmasa da olumlu duygularla ilişkili olduğunu   gösteriyor,   çünkü sağ   prefrontal korteks ancak hoş olmayan ve olumsuz duygular hissedildiğinde etkinleşiyor.

Mutluluğun Sırları

The How of Happiness: A Scientific Approach to Getting  the  Life  You  Want  adlı kitabın yazarı ve mutluluk   konusunda  en tanınmış bilim insanlarından   olan Kaliforniya   Üni versitesi  psikoloji profesörlerinden   Sonya Lyubomirski  mutluluk konusunda yapılan  bilimsel çalışmaların, mutluluğun % 50’sinin genetik  yapımızca belirlendiğini, beklenenin   aksine sadece   % 10’unun  yaşam şartları (zengin veya  fakir olmak,  hasta veya sağlıklı olmak,  güzel veya sıradan  olmak, evli veya bekar olmak  vb)   tarafından   kontrol  edildiğini gösterdiğini belirtiyor.  Geriye kalan   % 40’ı ise  “kendi davranışlarımızın” belirlediğini öne sürüyor.  Bir diğer değişle mutluluğumuzun  % 40’ı elimizde   ve günlük yaşantımızdaki davranışlarımız  tarafından  belirleniyor.  Lyubomirski bu gerçeğin davranışlarımızı kontrol ederek,  doğru şeyler  yaparak,   mutluluk  eşiğimizi yükselterek   daha   mutlu olabileceğimizin   kanıtı olduğunu   belirtiyor.

Lyubomirski’ye göre  % 40  gibi önemli bir  oran   üzerinde bizim kontrolümüz varsa,  o zaman mutluluk   eşiği doğuştan yüksek olan,  yani yaşamları  boyunca  mutlu olan  insanların davranışlarına bakıp onları kendi yaşantımıza  uygulayarak  daha   mutlu   olabiliriz.   Bu düşünceyle  yola   çıkan bilim insanları mutlu  insanları incelediklerinde ortak bazı özelliklerin olduğunubelirlemişler:

1) Mutlu  insanlar  aile ve arkadaşlarına   önemli   miktarda   zaman   ayırıyor   ve   bu   ilişkilerini   taze   tutup   onlardan   zevk alıyorlar.

2)Sahip oldukları şeyler için minnettarlık duyuyorlar.

3)Birlikte çalıştıkları insanlara veya yoldan  geçenlere  ilk yardım  eli   uzatanlar  genellikle onlar oluyor.

4) Geleceğe olumlu bakıyorlar.

5) Hayattan  zevk   alıyorlar   ve “şimdi” de yaşıyorlar.

6)Düzenli bir günlük veya hafalık egzersiz programı uyguluyorlar.,

7)Belirledikleri hedefere, yapmak istediklerine kesinlikle bağlı kalıyorlar (örneğin çevre için, insan hakları için mücadele etmek,  ahşap mobilya yapmak,  çocuklarına  kendi inançlarını öğretmek)

8)Onlar da diğer insanlar gibi yaşamlarında stres yaşıyor,  ama stresle baş etmede  soğukkanlı ve güçlü olmak gibi bir  silahları var. 


Lyubomirski ve onun gibi kariyerini  mutluluk konusuna   adamış bilim insanları insan düşüncesinin ve hareketleri-nin mutluluk üzerindeki etkilerini araştırmış ve elde ettikleri verilerle insanla-rın mutluluğunu artırıcı programlar ge-liştirmişler. Bu programların önemli biramacı uzun süreli mutluluk sağlamak,kişinin mutluluk seviyesini mutluluk eşi-ğinin üzerine çıkarabilmek ve devamlılı-
ğını sağlayabilmek olmuş. Lyubomirskibu tür çalışmalardan elde edilen sonuç-lara dayanarak şu önerilerde bulunuyor:

Minnettar olma ve olumlu  düşünme
1)Minnettarlığı ifade etmek 

2)Devamlı olumlu olmaya çalışmak 

3)Sosyal karşılaştırmadan ve olaylar üzerinde fazla  derinlemesine  düşünmekten  kaçınmak 


Sosyal  ilişkiler  için  yatırım  yapmak

1)İnsanlara  iyi ve nazik   davranmak,  empati göstermek 

2)Kişisel ilişkileri geliştirmek 

Stres,  zorluk ve felaketlerle baş  edebilmek

1)Stres,  zorluk ve  felaketlerle baş edebilmek için stratejiler geliştirmek 

2)Affetmeyi öğrenmek 


“Şimdi” de yaşamak

1)Bir şey yaparken  kendini  tamamen  işe vermek

2)Yaşamdan zevk almak 


Uzun  vadeli   hedefer  belirleyip  onları gerçekleştirmeye kilitlenmek


Vücut ve ruh sağlığını korumak


1)Spiritüelliği  veya  inancını yaşamak 

2)Meditasyon yapmak 

3)Vücut sağlığını korumak için egzersiz yapmak 

4)Mutlu  insan  rolü oynamak

Mutluluk  konusunda çalışan bilim insanları,  mutluluğun Freud’un “insan ne kadar az  mutsuzsa o kadar mutludur “ şeklindeki tanımlamasında olduğunun aksine, özgün bir duygu olduğunu ve  bir sonuç olmaktan ziyade bir süreç  olarak ele  alınması gerektiğini vurguluyor.   Dolayısıyla   insanın vücut sağlığını korumak için egzersiz programları yapıp uygulamasına benzer bir şekilde,  mutluluk eşiğini yükseltip  onu sürekli  kılabilmek  için  Lyubomirski’nin yukarıda özetlediğim  önerilerini,  en azından bir kısmını, yaşamına uygulaması ve  yaşamı boyunca sürdürmesi gerekiyor.   Kişi başına düşen yıllık gelir veya ülkelerin gayri safi  milli hasılaları (GSMH) genelde  refah düzeyi ve  dolayısıyla   insanların   mutluluğu konusunda   bir  ölçüt olarak kullanılır.   Yukarıdaki bilimsel verilerden,  toplumların  mutluluğu   için GSMH’nın   doğru  bir  gösterge olmadığı sonucu ortaya çıkıyor.  Mutluluk konusundaki çalışmaları ile tanınımış   Ed  Diener  ve  Martin Seligman organizasyonların,   şirketlerin   ve   hatta   hükümetlerin karar alırken  ve   politikalar   oluştururken   insanların yaşamlarından   memnuniyetlerini göz önünde bulundurması gerektiğini vurguluyor.  Diener ve Seligman kişi başına düşen  gelirin yıllar içinde artmasına karşın yaşam memnuniyetinde  pek  fazla  bir değişim olmamasını,  aksine  aynı  dönemde stres,  depresyon,  anksiyete   ve  intihar vakalarının sayısının artmasını,  eknomik göstergelerin yetersiz   kaldığının  kanıtı olarak gösteriyor.   İlginçtir,   hükümet politikalarının oluşturulmasında   insanların mutluluklarını en önemli ölçütlerden  biri olarak kabul eden  ilk ülke,   Batı’nın gelişmiş ülkelerinden biri değil  Himalayalar’ın  küçük   krallığı  Butan olmuş.   1972 yılında, o günün kralı  Jigme Singye Wangchuck halkın yaşam memnuniyeti ve genel mutluluk seviyesi için GSMH’nin değil  GSMM’nin   yani   gayri safi milli mutluluğun  kullanılması önerisinde bulunmuş.  Bugün Butan’da yasa tasarıları   hazırlanırken ve yeni politikalar oluşturulurken   bunların  GSMM   üzerinde olumsuz etkilerinin   olmamasına özen gösteriliyor. Ülkenin kalkınma planlarının hazırlanmasında  da   GSMM   önemli  bir ölçüt olarak   kullanılıyor.  Temel ihtiyaçların   henüz  tamamen   karşılanamadığı   gelişmemiş ülkeler   ve gelişmekte olan bazı ülkeler için ekonomik   göstergelerin çok  önemli  olduğu  yadsınamaz.   Ancak toplumlar geliştikçe insanların yaşam memnuniyetlerinde ve mutluluklarında sosyal etkenlerin öne  çıktığını  görüyoruz.   Bu gerçek  de ekonomik  açıdan  hızla   gelişen   ülkemizde  gayri  safi  milli mutluluğunun   artırılmasını   çok   daha            önemli kılıyor.

*Prof. Dr. Bahri KARAÇAY


Kaynak: “Modern Bilimin Işığında Mutluluğun Sırları” Bilim Teknik Dergisi Mart 2012 Sayı 532 s:16-25

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder