Günün Sözü

Gün var ay'ı besler. Ay var günü besler...

Ara

9 Aralık 2011 Cuma

ÖFKE

Öfke her bireyin yaşadığı temel ve evrensel bir duygudur. Öfke, haz dünyasını engelleyecek her durum, olay ve kişi karşısında ortaya çıkan duygudur.  Öfke hakkımız olanı alamadığımızda ya da önem verdiğimiz bir insan beklentilerimiz doğrultusunda davranmadığında yaşadığımız bir duygu olarak tanımlamış ve öfkeyi hayal kırıklığıyla eşdeğer görmüştür. Yine öfkeyi bireyin istek, ihtiyaç ve planlarının engellenmesi ve karşılaştığı farklı durumların haksızlık, adaletsizlik ve kendine yönelik bir tehdit olarak algılaması sonucunda kendini savunmak ve karşıdakini uyarmak amacıyla ortaya koyulan temel bir duygu olarak tanımlamıştır. Diğer bir tanım göre ise öfke, insanın rahatsız edici bir duruma, bir olaya ya da bir kişinin davranışlarına karşı gösterdiği heyecan türü bir tepkidir. Öfke, kişinin günlük yaşam içersindeki kaçınılmaz olaylar karşısında gösterdiği doğal bir tepki ve enerji olarak tanımlamıştır. Öfke; hoş olmayan bir olayın kaynağı olarak algılanan kişi ya da duruma yönelik düşmanlığın uyarılması olarak öznel olarak yaşanan olumsuz bir duygudur.


Tanımlara bakıldığında öfkenin, kişinin engellenmesi, haksızlığa uğraması, beklentilerinin gerçekleşmemesi durumlarında göstermiş olduğu doğal ve evrensel bir tepki olduğu görülmektedir. Öfke olumsuz bir duygu olarak kabul edilirse de, kişiyi zor, tehlikeli durumlara hazırlayıcı ve koruyucu özelliktedir. Öfke, doğal bir duygudur. Ancak öfkenin şiddeti, kontrolü ve ifade ediliş biçimi, kişinin ruh sağlığı ve toplumsal uyumunu belirleyici olmaktadır.

Öfkenin yararlı yanlarının olduğunu belirtmiş ve bunları şöyle sıralamıştır:

1. Öfke kişiye enerji verir.
2. Öfke bir işarettir.
3. Başkalarına karşı olumsuz duyguların ifadesini kolaylaştırır.
4. Dışsal çatışma sonucunda ortaya çıkan anksiyeteyi değiştirerek egoyu savunur.
5. Öfke bir haklılık algısıdır.

Spielberger, öfkeyi sürekli öfke ve durumsal öfke olarak iki boyutta ele almaktadır. Durumsal öfkenin, amaca yönelmiş davranışın engellenmesi veya haksızlık algılaması karşısında gerginlik, kızgınlık, sinirlilik, hiddet gibi duyumsamaların yaşandığını yansıtan bir duygu durumu olduğunu belirtmektedir. Sürekli öfkeyi ise durumsal öfkenin genelde ne sıklıkla yaşandığını yansıtan bir kavram olarak tanımlamaktadır. Öfke her insanın yaşadığı bir duygu olsa da, bu duyguya yol açan nedenlerin farklılaştığı görülmektedir. İnsanları öfkelendiren nedenlerin başında engellenme, önemsenmeme, aşağılanma, keyfi bir davranışla karşılaşma, haksızlığa ve saldırıya uğrama, psikolojik yönden hakarete uğrama ve fizyolojik yönden bedensel saldırıya uğrama gelmektedir. Kışkırtma da öfkeye neden olabilir. Öfkeye neden olan diğer etkenler ise, rahatsız edici ve hoş olmayan uyaran, memnuniyetsizlik, kişisel haklara ve benliğe saygı gösterilmemesi ve kabul edilen sosyal normların ihlal edilmesidir.

Öfkenin üç ana kaynağı olduğunu belirtmişlerdir:

1. Kişinin bir amaca ulaşırken engellenmesi;
2. Kişisel kuralların çiğnenmesi ve yıkılması;
3. Kişinin öz saygısının başka insanlar ve kuruluşlar tarafından tehdit altında kalması
öfke duygusunu ortaya çıkarmaktadır.

Bu sebepler arasında engellenme en yaygın ve en önemli sebep olarak görülmektedir. Engellenme, kişinin ulaşmak istediği bir amaca ulaşması ya da ihtiyaçlarının karşılanması önlendiğinde yaşadığı olumsuz bir duygudur.

Farklı Kuramlara Göre Öfke

Farklı kuramlar öfke davranışını farklı biçimlerde açıklamaktadır. Psikoanalitik yaklaşım öfke davranışının altında yatan güçlerin bilinç dışında gizlenmiş olduğunu ve doğuştan getirildiğini belirtmekte ve saldırganlıkla öfke arasında bir ayrım yapmamaktadır. Freud, saldırgan davranışın ifade edilmemesi durumunda belirli türden bir enerji olarak içimizde kalacağını savunmuş ve birçok davranış bozukluğunun, ifade edilememiş saldırganlık eğiliminden kaynaklandığını belirtmiştir.

Bilişsel davranışçı kuramcılar, öfkenin oluşumunda bilişsel süreçlerin önemini vurgulamaktadırlar. Buna göre bireyin algılamaları, değerlendirmeleri ve beklentileri öfke duygusunun ortaya çıkmasında belirleyici rol oynamaktadır. Akılcı Duygusal Yaklaşım kuramın da Albert Ellis, duygu ve tepki oluşumunu ABC modeli ile açıklamaktadır. A harekete geçiren olaydır, bir gerçeği ya da durumun varlığını ya da kişinin davranışını veya tutumunu içerir. B kişinin A hakkındaki inançlarından ve sözel olarak ifade ettiklerinden oluşur. C sonuç veya kişinin duygusal tepkisidir. Kısaca söylemek gerekirse düşünceler duyguları, duygular da davranışları belirlemektedir. İnsanların kendi kendilerine söyledikleri, aslında onların düşünce ve duygularıdır ya da duyguları ve düşünceleri haline gelmektedir. Ellis, bireyin bilişsel yapısının temelindeki akılcı olmayan düşünce yapısının öfke duygusunun yaşanmasında etkili olduğunu belirtmiştir.

Ellis, ruhsal bozuklukların temelinde mantıksız inançların olduğunu ve bu mantıksız inançların da dört temel özelliğinin olduğunu vurgulamıştır.

1. Meli/Malılar ya da Talepkarlık,
2. Abartma/felaketleştirme,
3. Engellenmeye toleransın olmaması,
4. Kendine ya da başkasına ilişkin olumsuz ve genelleyici değerlendirmeler yapma.
bunların içinden meli/malılar olarak adlandırılan ve aslında bir tür talepkarlık olan türün, öfkeye neden olan birincil inanç, diğerlerinin ise öfkeye sadece katkıda bulunan ikincil inançlar olduğunu belirtmiştir. Diğer üç inanca ikincil inançlar demesinin nedenini, bunların suçun ya da kötülüğün doğasına odaklanmaya eğilimli olmalarıyla açıklamıştır. Mantıksız inançlar olan hatalı ve olumsuz düşünce biçimleri kişinin öfke hissettiği durumlarda daha yoğun olarak yaşanabilmektedir.

Sosyal öğrenme kuramı ise öfke tepkilerinin kişinin ait olduğu kültür içinde öğrenildiğini, çevresel faktörlerin öfke ifadesinin ve davranışlarının oluşmasında önemli etkisinin olduğunu savunmaktadır. Bu kuramda öfke; gözleyerek öğrenme, taklit, özdeşleşme, kopyalama ve rol alma yoluyla öğrenilir. Sosyal kuramcılara göre öfkenin yaşanmasında sosyal yapılandırmaların etkisi büyüktür. Bu nedenle öfkenin ifade edilmesinde cinsiyet farklılıkları bulunmaktadır. Bu
farklılık toplumdaki erkeklik ve kadınlık rol algılamalarından kaynaklanmaktadır. Erkekler duydukları öfkeyi açıkça ifade ederken, kadınların öfkelerinin bilincine varmaları ve öfkelerini ifade etmeleri engellenmiştir.

Biyolojik kuram ise, öfke ve saldırgan davranışın nedeni olarak merkezî sinir sistemi ve endokrin sistem olmak üzere organizmanın işleyişindeki bozuklukları sorumlu tutmaktadır. Duyguları biyolojik yapı ile açıklayan James-Lange kuramı, bedenin çevrenin belirli özelliklerine tepkide bulunduğunu ve bedenin bu tepkilerin farkına varması sonucunda heyecan duyduğunu belirtmektedir.

Öfkenin Boyutları

Öfkenin farklı boyutları vardır. Öfkenin fiziksel boyutu; bireyin herhangi bir engellenme ya da öfke uyandıran bir durum ile karşılaştığında bedeninde meydana gelen bir takım fizyolojik ve fiziksel değişiklikleri içermektedir. Organizmada hipotalamus ve limbik sistem gibi duygu ve heyecanlarla ilgili merkezler bulunmaktadır. Solunum, kalp atışı, hormonlar ve birçok duygusal tepkiyi kontrol eden hipotalamus, öfke üzerinde de etkili olmaktadır. Öfke belirtileri, adrenalin ve
noradrenalin hormonlarının bileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Adrenalin hormonları sempatik sinir sisteminin etkisindeki bütün organları harekete geçirir. Kalbi uyarır, kalp damarlarını genişletir, midedeki kan damarlarını daraltır ve sindirimi yavaşlatır. Adrenalin seviyesinin belli bir sınırdan daha yükseğe çıkması çok fazla heyecanlanmaya sebep olur, bu da konsantrasyonu ve performansı etkiler. Tüm bu bedensel ve fizyolojik değişiklikler bireyin kontrolü dışında, doğal bir şekilde, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Öfkenin bilişsel boyutu; atıf, tutum, dikkat ve bellek gibi öğeleri içermektedir. Bilişsel yaklaşıma göre duygu ve düşünceler birbiriyle yakından ilişkilidir. Bu nedenle çoğu zaman duygu ve düşünce birbirine karışabilir aynı şeyler haline gelebilirler. Öyle ki bir kişinin düşüncesi duygusu, duygusu düşüncesi haline gelir. Böylece hem düşünce hem de duygu kendi kendine konuşmaya veya içselleştirilmiş cümlelere dönüşebilir. Bu duyguların yaşanmasında kişinin algılamaları önemlidir. Bilişsel yaklaşımlar öfke, kaygı gibi duyguları açıklamakta duygu ve düşünce arasında ki ilişkiye ya da duygu ve düşünce arasındaki nedenselliğe bakmaktadırlar. Bilişsel yapının, duygusal yaşantının oluşumu ile ilgili temel olarak sorduğu üç soru vardır. Birincisi, kişinin dünyayı düşünüş biçiminin duygusal yaşantıya neden olup olmadığı, ikincisi, topyekün duygusal sistemin ne gibi bir bilişsel alt yapıyla açıklanabileceği ve üçüncüsü de tek tek duyguları birbirinden ayıran bilişsel ayrımın ne olduğudur. Öfkenin duygusal boyutunda huzursuzluk ve gerginlik tepkileri gözlenmektedir. Bununla birlikte öfke sadece can sıkıntısı, huzursuzluk ya da hayal kırıklığı değildir. Öfke; engellenme, gerginlik, huzursuzluk ve kızgınlık gibi pek çok duygunun bileşimi olduğundan, kişiyi yaşandığı durumda çaresiz bırakan ve bir yandan sessiz bir tavır gibi kişinin içine kapanmasına yol açan, diğer yandan ise diğerlerine karsı kin ve düşmanlık beslemeye neden olan bir duygudur. Öfkenin davranışsal boyutu ise açık motor davranışlar ve sözel ifadelerdir. Algılanan ve yaşanan öfke karşısında bireyler uyarıcının türüne ve sahip oldukları bilişsel yapılarına göre çeşitli tepkiler ortaya koyarlar. Kişi yaşadığı bu duyguyu üç şekilde, içe yöneltme, dışa yöneltme ve kontrol etme olarak göstermektedir. Bazı bireyler içinde bulunduğu toplumun ve sosyal sistemin etkisiyle öfkelerini bastırma veya içine atma ya da kontrol etme yoluna giderlerken, bazıları da bunu çeşitli şekillerde ortaya koymaya veya öfkelerini dışa vurmaya çalışırlar. Öfke duygusunu bazı kişiler o anda fark ederken bazı kişiler de durum sona erdikten sonra fark edebilir. Bazı kişiler bu duyguyu öylesine bastırır ki, yaşam boyu kişinin bilincine ulaşmayabilir. Öfke duygusunu yaşadığımız kişi, yitirmekten korktuğumuz veya bizi sevmesini istediğimiz biri ise, bu duygu bastırılarak dışarıya yansıtılmaz. Bazen de tam tersi bir durum olabilir; öfke, ne olursa olsun yitirmeyeceğimizi düşündüğümüz kişilere yöneltilir. Bunlar da genellikle aile bireyleri olmaktadır. Katharsis teorisine göre öfke ifade edilmediğinde kişiye psikolojik olarak zarar verir. Birey öfkesini ifade etme yoluyla düşmanlık içeren duygulardan arınır. Freud’a göre duygusal tepkiler ifade edilene kadar güçlüdür ve öfke duygusunun ifade edilmesinin reddedilmesi, insanın içinde kalan yıkıcı duygulara yol açar. Bu da kişide zamanla psikolojik semptomlara dönüşebilir. Öfke insanların temel duygusu olmasına rağmen çoğunlukla uygun olmayan şekillerde ifade edilir. Birçok insan öfkesini ya bastırarak ya da en küçük tahrikle patlayarak sağlıksız bir şekilde ifade etmektedir. Öfke duygusu ortaya çıktığı anda, bazı bireyler tepkilerini fiziksel ya da sözlü saldırıda bulunarak ortaya koyarlar. Bazı bireyler ise, öfkelendikleri zamanlarda edilgen ve dolaylı saldırganlığı tercih ederler ya da geri çekilme davranışı gösterebilirler. Bu durum “Öfke duygusunun her zaman saldırgan davranışa yol açacağı” biçimindeki yargının doğru olmadığını ortaya koyar. Öfke yaşantılarının sonucunda saldırganlığın ortaya çıkması beklenebilir, fakat saldırgan davranış tek seçenek değildir, diğer davranış olasılıkları da bulunmaktadır. Bireyin öfkelendiği zaman nasıl hareket edeceği; bireyin o anda içinde bulunduğu konumu, konumla ilgili genel durum, kültürel normlar, öfkenin şiddeti, benzer durumlarla ilgili daha önce geçirilen yaşantılar, öfke öncesi bireyin içinde bulunduğu durum gibi pek çok etmene bağlı olarak farklılık gösterir. Sonuç olarak öfkenin insanların temel duygularından biri olduğu görülmektedir. Öfke genellikle olumsuz bir duygu gibi algılansa da aslında uygun şekilde ifade edilmesi kişileri psikolojik olarak rahatlatmaktadır. Bu durumda sorun öfke duygusu değil bunun nasıl, kimlere ve ne şekilde yansıtıldığıdır. Aynı zamanda öfke duygusunun yoğunluğu ve şiddeti de önemlidir.

Ergenlerde Öfke

Çocukluk ile erişkinlik arasında bir geçiş dönemi olarak tanımlanan ergenlik, büyüme ve olgunlaşma anlamına gelmektedir. Ergenlikte çocukluktan erişkinliğe geçerken çeşitli fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişiklikler yer almaktadır. Erikson bu dönemi kimlik bulma ve “ben kimim?” sorusuna yanıt arama dönemi olarak tanımlar. Kimlik tanımında cinsiyet rolleri, meslek ve ideolojik (dini, politik) inançlarının önemli olduğunu vurgulamaktadır. O‘na göre erinlik ve ergenlik dönemi ego kimliği ve rol kargaşasıdır. Ergenlik döneminde; bebeklik ve çocukluk dönemine oranla daha karmaşık öfke sebepleri vardır. Ergenlik dönemine girmenin yol açtığı biyolojik ve psikolojik değişiklikler, ergenin bağımsız davranışlarını artırır. Böylece anne babadan ayrılmak, bağımsız ve ayrı bir kimlik edinme isteği o güne kadar kurulmuş olan dengeyi bozar. Ancak tek başına kalmanın verdiği güvensizlik ve kaygılar, bağımsızlık isteğine rağmen halen yetişkinlerin desteğine duyulan ihtiyaç, bunun yanı sıra akran ve arkadaş grubunun değerleri ve kurallarının öncelik kazanması ve onlardan gelen baskılar ve yönlendirmeler ergenin çatışma ve öfke yaşamasına neden olur. Ergenler için öfkeyi tetikleyen uyarıcılar genellikle toplumsal uyarıcılardır. Bunun yanı sıra sosyal engellenmeler ve yaşanan düş kırıklıkları da ergenlerde öfkeye neden olur. Fiziksel hareketinin ve sosyal etkinliklerinin kısıtlanması, engellenmesi, egosuna yönelik eleştiriler, reddedilme ergeni öfkelendirebilmektedir. Bunun yanı sıra iğneleyici sözler, büyüklük taslanması, diğerlerince hor görülmek ergenlerin öfke nedenleri arasında sayılabilir Ergenlik döneminde engellenmeyle birlikte fiziksel görünüm ile ilgili yetersizlik duygusu da öfke yaratmaktadır. Ayrıca bu dönemde ergenin duyguları çok çabuk değişmektedir. Mutlu olan ergen bir süre sonra sıkılır, kızıp öfkelenebilir, kin ve nefret duyabilir. Yaşadıkları öfkeye karşı ergenler somurtmak, saldırgan davranışlar sergilemek, çatışmak, sakin davranmak, küfür etmek, başkaldırmak, kavga etmek ve öfke nöbetleri geçirmek gibi tepkiler göstermektedirler.

TC. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun (1997) ergenlerin sorunlarıyla ilgili yaptıkları araştırmasında, ergenlerin yaklaşık yarısının öfkelendiklerinde kızıp bağırarak tepki verdiklerini göstermektedir. Ergenlerin incinmeye karşı tepkileri genellikle sözel olmaktadır. Eğer öfkeye yönelik bastırılmış tepkiler, kişinin kendine dönerse, bunlar kendini eleştirme, kendi kendini suçlama, başarısızlık korkusu ve kendine acıma şeklinde olmaktadır. Öfke ifade etme biçimleri ergenlerin yaşadıkları ortama ve etkileşimde bulundukları kişi ve çevrelere göre farklılıklar gösterebilir. Sosyal öğrenme ve model alarak öğrenme teorilerine göre ergenlerdeki öfke ifade tarzları, içinde doğup büyüdükleri ailenin yapısı ile ilişkilidir. Çocuğun içinde bulunduğu aile ortamı, ailedeki rolü, anne-babasıyla ilişkileri ve bütün bunları nasıl algıladığı kişilik gelişimiyle yakından ilgilidir. Çünkü öfke duygusunu yaratan durum ve olaylarla bu duyguların dışa vurumu anne-baba ve ailedeki diğer yetişkinlerin taklit edilmesi ile öğrenilir. Bu nedenle ergenlikte öfke en yoğun şekilde, aile içinde yaşanmaktadır. Ergenin öfkesi çoğunlukla, aile içinde öfke patlamaları şeklinde ani ve sert olmaktadır. Öfkenin her durumda dışa vurulmasının olumlu bir davranış olmadığı yine aile ve yakın çevrenin etkisi ile çocuğa ve ergene kazandırılır. Böylece ergen öfkesini ne zaman kimlere karşı dışa vuracağını, ne zaman da bastıracağını bilerek yetişir. Türk kültüründe erkeklerin öfke duygularını saldırganca söz ve hareketlerle dışa vurması kızlara göre daha çok teşvik görmektedir. Çocuk ve ergenin yaşı da öfkenin dışa vurumun da ebeveyn tutumlarını etkiler. Ergenler büyüdükçe öfkelerini açığa vurma bakımından daha fazla hoşgörü görürler. Bütün bu bulgular değerlendirildiğinde boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri konusunda gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki çalışmalarda farklı bulguların olduğu göze çarpmaktadır. Ayrıca bu konuda yurt içindeki çalışmalarında yurt dışındaki çalışmalara göre daha sınırlı sayıda olduğu da dikkat çekmektedir. Oysa araştırmalar ülkemizde de boşanmanın gittikçe artan bir durum olduğunu göstermektedir. Yine ebeveynlerinin boşanması sonucunda ergenlik döneminde yaşanan öfke duygusunun ergendeki öfkeyi etkileyip etkilemediğiyle ilgi yurt dışında sayılı çalışma olduğu yurt içinde ise doğrudan böyle bir çalışmanın olmadığı görülmüştür

            Kaynak:

FİYAKALI, Nuran Ceren Anne-Babası Boşanmış Ve Boşanmamış Lise Öğrencilerinin Sürekli Öfke Düzeyleri Ve Öfke İfade Tarzlarının Bazı Değişkenler Açısından Karşılaştırılması” Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bilim Dalı Denizli Haziran -2008
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder